- Haberi Paylaş
- Facebook'ta Paylaş
- Twitter'da Paylaş
Prof. Dr. Hayretin KARAMAN hoca, dindar ailelerde, özellikle diyanet camiasında yaşanan aile içi sorunları gündemine aldı. Boşanma sorunları hakkında “tecrübeleri, fıkhı bilgisi ve sosyal bilimlere dayalı araştırmalar” ekseninde değerlendirmeler yaptı. İslam alimlerinin sosyal sorunları, fıkıh ve sosyal bilim verileri ile değerlendirmesi ihtiyaç duyulan bir durumdur.
Hocamızdan Allah razı olsun. Önemli bir boşluğu dolduracak yaklaşım sergiledi. Diyanet İşleri Başkanlığı müftülüklerde kurduğu “aile irşat büroları” ile dindar ailelerin aile içi sorunlarını çözmeye çalışıyorlar. İlahiyat eğitimi ile aile içi sorunların çözülebileceğini düşünenler, doktorları da ilahiyatçılardan seçebilirler mi? Elbette ki hayır. Hayrettin KARAMAN hocanın değerlendirmeleri de esasen buna işaret ediyor. Sorunun kökenine inemezsek, havanda su döveriz. Zevahiri kurtarırız. Başka bir ifade ile avara kasnak gibi döner dururuz.
Ülkemizde aile eksenli sosyal bilimler yeterince gelişemediği gibi Aile Bakanlığının yetki verdiği aile danışmanlarının önemli bir kısmının “aile” anlayışı, toplumun aile tasavvuru ile örtüşmemektedir. Durum böyle olunca da görev, müftülükler bünyesinde daha çok dini konularda bilgi vermekle görevli hanım ilahiyatçılara kalıyor. Aile Bakanlığımız, çalışan annelerin çocuklarına bakacak büyük annelere maaş bağlamakla doğru mu yaptı yoksa yanlış mı yaptı? Sorusuna toplumda cevap aranıyor.
Esasen, 2002 yılından itibaren başta korunmaya muhtaç çocuklar, bakıma muhtaç yaşlılar ve engelliler olmak üzere sosyal hizmetleri muhtacın yakınlarını da sisteme dahil ederek sunma stratejisi uygulanageldi. Çok da doğru yapıldı ve devlet olarak çok dua alındı. Ancak, güncel tartışma, sosyal hizmetten çok çalışma hayatı ile ilgilidir. Bakanlık, bir türlü aileye ve aile sorunlarına odaklanamıyor ve “bütüncül” yaklaşamıyor. Bakanlıkta, bu tarz münferit kararların Türkiye’nin her tarafında uygulamaya sokulacağını ve problemlerin bıçak gibi kesileceğini düşünenler de var maalesef. Sayın Cumhurbaşkanımızın, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir yöneticisine ;“…!, herhangi bir yatılı okulda bir çocuğun burnu kanarsa sorumlusu sensin..” uyarısını hatırlıyorum. Bu uyarı, “canı yanan bir ailenin sorumlusunun” da sayın Aile Bakanı ve bürokratlarının olduğunu da işaret ediyor.
Aile Bakanlığı mensupları da “Kenar-i Dicle’de bir kurt kapsa koyunu…” mısraını ezberleyecek kadar konuya duyarlı insanlardır. İnanıyorum ki bakanlığın üzerine örtülen ölü toprağı silkelendiğinde, vicdanları da “Eyvah, nasıl hesap vereceğiz! diye yanıp tutuşacaktır. Aile Bakanlığı, pansuman tedbirler ve son dakika hamleleri yerine, iyi çalışılmış “Bütüncül Bir Aile Politikası ve Eylem Planı” hazırlamak zorundadır. Böyle bir planın, kenar-ı Dicle’deki koyunları da kapsayacak kuşatıcı (kapsamlı ve kapsayıcı) bir mantıkla hazırlanması ve uygulanması da pekala mümkündür.
Bakanlıkta “Bütüncül Bir Aile Politikası ve Eylem Planı”nı hazırlayacak, insan kaynağı ve kapasitenin mevcudiyeti tartışılmayacak kadar zengindir.
Bu planı, iş programına dönüştürüp uygulamak için gerekli mali kayak ve insan kaynağında da sorun olduğunu düşünmüyorum.
Ancak, 2002 yılından itibaren, aile başlığında bu ve benzeri uygulamaya yönelik tedbir ve teklifler gündeme gelmiş ise de bir türlü hayata geçememiştir.
Her fikir gibi bu tarz fikir ve girişimler, yöneticilerin çok istemesine rağmen çoğu zaman neşvünema bulamıyor. Bu ülkemize münhasır bir durum değildir.
Microsoft CEO’su Satya Nadella’ bile bundan yakınıyor. Bir söyleşide;, “ fikirlerin hayata geçebilmesi için bilgi, beceri ve kapasite yeterli değildir. Ayrıca bu fikri hayata geçirecek örgüt kültürüne ihtiyaç vardır.” Demişti.
Aile bakanları ve bakanlık bürokratları da, kurumsal kültürün; en az temsil kadar, bürokratik işlemler kadar, hatta fikir ve beceri kadar önemli olduğunu düşünmeye fırsat bulamadılar. Bakanlıklarının kültürünü aile bütünlüğüne hizmet etmeye elverişli hale getiremediler. Neticede, güncel sorunların üstesinden gelmeyi başarı olarak kabul edip geleceğe dönük hiçbir şey yapamamaktadırlar. Aile yalıtılmış bir “konu” ya da “obje” değildir. Ailenin temel bileşenleri; kişiler ve kişiler arasındaki ilişkiler ile aile ortamı, yani mahremiyet alanıdır. Aile, bireyleri ve bireylerin irtibat halinde oldukları topyekun bir toplumla organik bağı olan her şeyin iç içe geçtiği canlı, dinamik bir sosyal yapıdır. Aile, iskeletini ve düzenini yüzyıllara dayanan gelenekleri ile korumakta ise de, son yüzyılda moda ve reklamlar gibi küresel beyin yıkama saldırıları ile aile içi ilişkiler yeniden şekillendirilmiştir.
Bu sebeple, aile mensupları yüzyıllara dayanan gelenekler ile güncel istek ve beklentiler arasında gidip gelmektedir. Aile mensuplarının aile içi/dışı roller ve beklentiler örgüsü de göz ardı edilmemesi gereken bir unsurdur. Sorunlar da genelde bu örgüde düğümleniyor. Aileyi etkileyebilecek tüm bileşenleri kontrol edebilecek ve düzenleyebilecek yegane toplumsal kurum ise devlettir. Devlet, bu görevi de Aile Bakanlığına vermiştir. Aile Bakanlığı, her ne kadar çalışma hayatını düzenliyor ise de gündelik işlerin ötesine geçmek, geleceğin ailesinin altyapısını şimdiden oluşturmak için çaba sarf etmelidir. Esasen Anayasamızda da aile toplumun temelidir. Bakanlık, toplumun temelini sağlam tutmak ve dış etkenlerden korumak için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür.
Hayreddin KARAMAN hocanın bu feryadını hepimiz dikkate almalıyız. Aile Bakanlığı, öncelikle bir aile tasavvuruna sahip olmalı ve bunu milletle paylaşmalıdır. Bu aile tasavvuru ekseninde ailenin geleceği ve geleceğin ailesi için başta diğer bakanlıklar, kamu kurumları, üniversiteler, okullar ve medya ile sivil toplum kuruluşlarını konusunda harekete geçirmelidir. Bakanlıkta karar alarak iş bitmiyor. Alınan kararın uygulanmasının da takip edilmesine yönelik sisteme de ihtiyaç vardır. Yani, hadi tüm aileler uygulasın demekle işlerin düzelmediğini fark etmeleri gerekiyor. Aileye odaklanmalı “Bütüncül Aile Politikası ve Eylem Planı” hazırlamak için zaman kaybetmemelidir. Bir de kurumsal kültürünü, başka bir ifade ile Bakanlığın atmosferini, aileye önem veren, aile bütünlüğüne saygı gösteren bir noktaya taşımalıdır. (Aileyi hedefleyen küresel saldırıya karşı devletin alabileceği tedbirleri, Bakanlığın üstlenmesi gereken sorumluluklara bir sonraki yazıda ele alınacaktır.)
Devletin ele alacağı tedbirlerden biri de, Küresel moda, reklam vb. dalgalar neticesinde, hayal, fantezi ve haz ekseninde şekillenen bireysel beklentileri, gerçek hayatla bağdaştıracak şekle indirgemek ya da toplumu ve bireyleri bu sorunlarla başa çıkabilecek şekilde donatmaktır. Aile içi sorunların temelinde yatan sebeplerden biri de “rol ve beklenti” çatışmaları olarak tanımlanan, hayallerle gerçek hayatın örtüşmemesidir. Başka bir ifade ile aile mensuplarının geleneksel rolleri ile kişilerin modern beklentileri arasında sıkışan bireylere çıkış yolu sunulamamasıdır. Aile mensuplarının, kendilerine yüklenen rollerden kaynaklanan beklentileri, yeterince karşılayamanın oluşturduğu psikolojik, sosyal ve ekonomik baskılar, öncelikle aile içi iletişimi yıpratıyor. Kişi ve aileler bir bakıma bu baskı ile başa çıkma sınavına tabi tutuluyorlar ve genelde de başarılı olamıyorlar. Garip ama gerçek olan da devletin aile mensupları üzerinde oluşan psikolojik, sosyal ve ekonomik baskı ile başa çıkmada “profesyonel” destek sağlanmasına yönelik bir sisteme sahip olmaması, hatta mesafeli durmasıdır.
Aile mensuplarının rollerini yeniden düşünelim… Bir de aynı bu rollerden geleneksel ve modern beklentileri… Anne rolü, baba rolü, ebeveyn rolü, kardeş, evlat, çocuk rolü gibi aile içi rollerin yanında, işçi, patron, garson, şoför, amir, memur gibi rolleri de aynı kişiler yükleniyor. Kişi aile mensubu olmanın ötesinde başka mensubiyetler ve sorumluluklar da üstlenmiş oluyor. Böylece, kişiden beklentisi olanlar artacağından, roller arasında yapacağı önceliklendirme; onun ilişkilerini ve hayatını şekillendirmektedir. Resmi kurallarla tanımlanmış roller ve sorumluluklar sebebiyle, sizden beklenenleri de “görev” olarak tanımlamış ve ertelenemezdir. Aile içi roller değişmez olmakla birlikte beklentiler formel olmadığından, esnektir ve ertelenebilmektedir.
Örnek olarak, İşçi ya da memur iseniz, saat 8.de işe başlayacak, saat 17 de işi bırakacaksınız. Amirleriniz ya da patronlarınız istiyorsa( ki, bu bir emirdir) ilave mesai de yapacaksınız. Halbuki aynı saatlerde çocuğunuzun bir programı, eşinizin bir talebi ya da anne-babanızın görülecek bir ihtiyacı olabilir. Onlar ertelenebilir. Ama amirin ya da patronunki asla, zira onalar da kendi rollerini oynamaları için sizden beklentilerini karşılamanız gerekir. Yoksa toplumun rol-beklenti zinciri dağılır. Siz işsiz kalır, patron da gelirinden mahrum kalır. İşsiz kalan siz, çocuğunuzun programına zaten gidemez, eşinizin talebini karşılayamaz, anne-babanızın ihtiyacını göremezsiniz.
O halde birincil beklentiler ve ikincil beklentiler, hatta üçüncü düzey beklentiler şeklinde beklentileri kafanızda derecelendirirsiniz. Çocuğunuz, eşiniz, anne-babanızın beklentileri sizin için ikinci ya da üçüncü düzey beklentiler grubuna atar, daha çok birinci ve ikinci gruba giren beklentiler ya ni görev ve sorumluluklara odaklanırsınız. Ne de olsa, başarı ve kazanma çağındayız. Eş olan kadının kocasından beklentilerinin sınırı ve bunları karşılamada ya da dengelemedeki tarafların başarısı ne olacak? Erteleme, yok sayma yoluyla baskı altına alınabilir. Ya da ağır mükellefiyetler yüklenerek karşılayıp daha ağır sorumluluk sarmalına da girilebilir. Örnekleri uzatmak mümkündür.
Ailenin bir bütün olarak ve aile mensuplarını fert olarak karşı karşıya kaldıkları, bu vb. psikolojik, sosyal ve ekonomik baskılarla başa çıkabilmeleri için aileyi ve mensuplarını (bireyleri değil !) bütüncül bir yaklaşımla desteklemek ve profesyonellerin aileye nüfuz etmesini sağlanması ile mümkündür. Bunu da yapacak olan bakanlıktır. Bakanlık, mikro ölçekten makro ölçeğe genişleyecek bir strateji ile aileyi ve çevresini kuşatmalıdır. Ayrıca, bakanlık aileyi kenetlemede, aile mensuplarından destek alabilecek durumdadır. Zira herkes sorunun farkında ancak, ifade etmekte zorlanıyor. Çözümleri ya aklına gelmiyor. Ya da realize etmede başarılı olamıyorlar. Aile gibi geleneksel sosyal formları, modernize etmeye zorlamak, suyu tersine akıtmak gibi bir hayaldir. Esasen yaşanan sorunların en önemli sebeplerinden biri de geleneksel rollere sahip aile mensuplarının beklentilerini yönetememeleridir.
Güçlü geleneklere dayanan aile yapısına sahip olmamız, milletimizin en kıymetli hasletlerindendir. Materyalist ve menfaatçi bir çağda bile aile mensuplarının, hala birbirleri için her türlü fedakarlığa katlanabilmektedir. Esasen, geniş aile ekseninde varlığını devam ettiren dayanışma ve yardımlaşma da ayrı bir güç kaynağıdır. Aileler mekânsal olarak küçülseler bile sosyal ve psikolojik olarak hatta ekonomik olarak geniş aile vasıflarını taşımaktadır. Aile bakanlığı, geniş aile içindeki sosyal dayanışmayı geliştirmeye odaklanmalıdır. Böylece, geniş aileye nüfuz ederek, risk ve müdahale alanlarını kolaylıkla belirler. Anadolu’da yaygın bir söz var, “çorak arazide nebat bitmez” diye. Aile Bakanlığı, işe, kurumsal kültürünü “aile bütünlüğünü önemseyen bir bakanlık” haline getirmekle başlayabilir. Hani namaz kılmadan önce abdest almak gibi.
Ahmet ÖZYANIK
HABERE YORUM YAZIN
- Ocaklı: Halka Değil, Sermayeye Bütçe!
- Rize Milletvekili Av. Harun Mertoğlu TBMM Konuştu
- AK Parti: Açılışa Katılanlar Disipline Sevk Edildi
- Keşke O Açılış Olmasaydı! Şiddetin Her Yönüne Karşıyız!
- Yağışlar Sonrası Güneş Açtı, Çayda 4. Sürgün Gözüktü
- Bakana Fiyat Farkı Soruldu: Canına Okuruz
- Rize Artvin Havalimanı'ndan Neden Yok..?
- Kesinlikle Türkiye ve Çin, Rize'de Bir İş Birliği Yapabiliriz