Çakır: İslamcılar Kemalist Gibi Davranır Mı?
Tarih tekerrür eder mi? İslamcılar Kemalistler gibi davranır, roller değişir mi? Bu soruların cevabı için 1994 yılına gidelim, bugünleri okumuş gibi oluyorsak tarih tekerrür ediyor, bir arpa boyu yol alamamışız…
Tarih tekerrür eder mi? İslamcılar Kemalistler gibi davranır, roller değişir mi? Bu soruların cevabı için 1994 yılına gidelim, bugünleri okumuş gibi oluyorsak tarih tekerrür ediyor, bir arpa boyu yol alamamışız demektir.
“Erken vakitte evin telefonu çaldı. ‘Sayın Başkan’ diye hitap eden birisi, ‘Bunlar ne yapıyorlar?’ diye sordu.
‘Kim?’ dedim. ‘SHP’liler,’ dedi.
Seçimi kaybettikleri sabah erkenden gelmişler, belediye binası olarak kullanacağımız yerdeki çiçekler dahil olmak üzere masalar, sandalyeler ne varsa kamyona yükleyip merkeze götürmüşler. Garajdaki iş makinalarını kamyonları da almışlar, geriye birkaç hurda araç bırakmışlar, ele avuca gelir ne varsa da almışlar.
Peki, burada hizmetleri kim verecek? Biz henüz göreve başlamış değiliz? Çöpleri kim toplayacak?
Daha biz mazbatamızı bile almamıştık! Görev, sorumluluk hala onlardaydı!
Merkez belediye ile aramızdaki en önemli konu suyun paylaşımı oldu, çünkü su kaynağı tek.
O yaz büyükşehir belediyesi, hakkımız olan su miktarını bize vermeyerek bizi büyük bir sıkıntıya soktu. Onların bize verdiği miktara göre haftada sadece bir gün halka su verebiliyoruz, o da tam bir gün değil. Bu duruma göre bir hafta boyunca insanlar hiç su alamayacaklar.
Senelerdir burada yaşıyoruz, şimdiye kadar böyle bir şey yaşandığını duymamıştık. Bir yandan su kesintisi uyguluyorlar su vermiyorlar; öbür yandan da kendi güçlü oldukları mahallelerdeki örgütlerini tahrik edip yürüyüşler yaptırıyorlar, belediyelerin önünde kovalarla eylem yaptırıyorlar, tencere tava çaldırıyorlar, bir yandan da ‘Biz su veriyoruz, onlar dağıtmasını bilmiyorlar’ propagandası yapıyorlar.
Bir gün yeni çok sayıda kadın toplandı, belediyenin önünde eylem yapıyorlar. ‘Bir ses düzeni kurun, içlerinde gerçekten izah bekleyen insanlar da olabilir, çıkıp durumu izah edeceğim’ dedim. Çıktım belediyenin önünde onlara sorunun ne olduğunu anlattım ve ‘Gideceğiz bunu halledeceğiz’ dedim
Ve Büyükşehir Belediye Başkanıyla görüşmeye gittim bana “Bu kadar olduğunu ben de bilmiyordum” dedi ve adamlarına yanımda talimat verdi. Ben zannettim ki talimatı verdi, her şey yoluna girecek.
Ertesi gün daha da kötü oldu.
Hemen Sular Kanunu’nu öğrenmeye başladım, kanunda yaşadığımız bu sorun için ‘Vali’nin nezaretinde bir heyet bu işi çözer’ yazılı. Gittim valiye, görevini hatırlattım, sorunumuzu anlattım:
‘Bu sizin müdahale etmeniz gereken bir konu, suyun paylaşımına yanaşmıyorlar. Benim bölgemde su kaynağı yok. Ben nereden bulacağım suyu,’ dedim.
‘Ben karışmam,’ dedi.
‘Efendim, siz valisiniz, kanun size görev veriyor, siz karışmazsanız kim karışacak?’
İdari yönden çözülemezse asliye hukuk mahkemesi bu konuya bakar, vereceği karara uyulur, diye bir kanun maddesi var; ama onlar yargıyı o kadar kendilerine dönüştürmüşler ki, mahkeme bizim dilekçemizi kabul etmedi ve davamıza bakmadı. Sular Kanunu, bu mahkeme bu davaya bakar ve vereceği karara uyulur, demesine rağmen davayı reddettiler. İdarenin insafına bıraktılar konuyu. Bir taraftan da şu propagandayı yaptılar ‘Yeni belediye başkanı genç ve dikkafalı. Büyükşehir Belediye Başkanı ile kavga ettiği için böyle oluyor.’”
İzmit Büyükşehir’in su ile terbiye etmeye çalıştığı, Derince’ye suyu vermiyoruz çünkü seçtiğiniz belediye başkanınız ‘genç ve dikkafalı’ dediği, mahkemenin davasına bakmadığı, dilekçesini reddettiği, Vali’nin ‘Ben karışmam’ diyerek kapı dışarı gönderdiği belediye başkanı, AK Parti’nin kurucularından olan ve AK Parti iktidarının 13 yılında grup başkanvekilliği, genel başkan yardımcılığı ve bakanlık gibi görevlerde bulunan Nihat Ergün.
Bu anekdotu Nihat Ergün’ün “Adım Adım Siyaset” kitabından aldım. Merak ediyorsunuz değil mi, peki, sonuç ne olmuş diye?
Sayın Ergün diyor ki:
“Kocaeli Valisi konuya müdahale etmedi, mahkeme konuyu ele almadı ve hepsi adeta örgütlü yapı şeklinde hareket ettiler, suyu paylaşım protokolü yapılamadı. Suyu siyasi terbiye aracı olarak kullandılar. Bu davranışları bölgede onların siciline kara bir leke olarak geçti. Sonuçta fatura onlara çıktı, bir daha seçim kazanamadılar.” (Sh. 119-132)
Ergün’ün kitabını okumadıysanız mutlaka okuyun, kendi hatıralarına yer verdiği kitabında İslamcı hareketin nereden nereye geldiğinin esaslı bir fotoğrafını göreceksiniz.
Sayın Ergün’ün anlattığı bu vahim hadise belki de o dönem merkezi yönetimin, SHP’li, DYP’li büyükşehir belediye başkanlarının Refah Partili belediye başkanlarına hizmet yaptırmamak için önlerine çıkarttıkları engellerin en basitidir.
Hüseyin Besli kaleme aldığı “Bir Lider Doğuyor” kitabında Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde karşı karşıya kaldığı zorlukları, Ankara’nın İstanbul Belediyesi’ni çalışamaz hale getirmek için hangi yollara başvurduğunu, dönemin medyasının yalan yanlış haberlerle nasıl algı operasyonları yaptığını anlatıyor.
Kimsenin bir şey anlatmasına gerek yok, bugün CHP’li belediyelere yaşatılanlar AK Partili siyasetçilerin hiçbirine yabancı gelmiyordur, dün kendilerine yaşatılan mağduriyetlerden farkı yok çünkü.
Aradan kaç yıl geçti, o günden bugüne ne değişti peki? Dünkü egemen güçlerin elindeki siyasi terbiye aracı vatandaşın boğazından geçecek ‘su’ydu, bugün vatandaşın boğazına girecek olan bir lokma ‘ekmek’.
AK Parti’den ilkesel sebeplerle ayrılan ve Ali Babacan’la yeni bir siyasi yola çıkan DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Nihat Ergün’ü dün aradım ve bugün CHP’li belediyelere yapılan ayrımcılıkları, “devlet içinde devlet olmakla” itham edilmeleri, FETÖ ile PKK ile suçlanmaları hakkında ne düşündüğünü sordum.
Sayın Ergün’ün değerlendirmesi özetle şöyle oldu:
“Türkiye’de siyasi iktidarların yerel yönetimlere bakışı genellikle benzerlik arzeder. İktidarın sağ, sol, Kemalist, İslamcı, muhafazakar veya liberal olması durumu değiştirmiyor. Merkezi iktidarı elinde tutan herkes bir süre sonra daha da merkezileşmenin yollarını arıyor.”
Bunun sebebi nedir diye sordum, şöyle söyledi:
“Demokrasi kültürünün Türkiye’nin siyasi partilerinde ve siyasi aktörlerinde yeterince yerleşmemiş, olgunlaşmamış ham bir fikir olmasından kaynaklanıyor.
Demokratik yönetimin farklılıklara, çoğulculuğa, hukukun üstünlüğüne, yerelleşmeye, yerele yetki ve kaynak devrine, bir çok kamu hizmetinin yerel yönetimler eliyle yapılmasına dayandığı halen anlaşılamamıştır.
Az gidip uz gidip bunca yol aldıktan sonra bir arpa boyu ilerleyecekmiş hatta bir hayli geriye gitmiş olmak makul bir durum değildir.”
Sayın Ergün’ün şu sözleri önemlidir:
“Farklı siyasi parti ve eğilimlerde olan belediyelerin kriz zamanlarında inisiyatif almalarını son derece zayıf gerekçelerle engellemek krizlerin hızlıca aşılmasına olumlu bir katkı sağlamadığı gibi, kararların vicdani kabulüne ve uygulamaların benimsenmesine de yarar sağlamaz. Merkezi yönetimin buradaki rolü düzenleyici ve denetleyici olmak, uygulamanın çoğunu yerel yönetimlere bırakmak olmalıdır. Çünkü idarenin bütünlüğü ilkesi çerçevesinde baktığımızda mahalli idareler de yönetim sisteminin ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçasıdır. Başka türlü değerlendirilemez ve itham edilemezler.”
Elif ÇAKIR / KARAR